Eğer bir şeyin imajına sahipseniz, o şeyi göremezsiniz ve algılayamazsınız. Gördüğünüz imaj o şeyin sadece limitli bir projeksiyonundan ibarettir. Zihinde yer eden imaj her daim maddeseldir ve tabiatıyla sınırlıdır. Öz, bu limitli imajın anlamıdır. İnsan, herhangi bir şeye inandığında ya da inancını kutsadığında; öze doğru sorgulayarak yapacağı anlam arayışını bir imaj üzerinden sınırlandırmış ve ilerleyişine ket vurmuş olur. Bu nedenledir ki, inanılan tanrı sınırlı bir imajın kutsandığı yanılsamadan başka bir şey değildir. Eğer bir tanrı varsa, madde illüzyonuna yani zamana doğru yönelen sınırlı ve sabit imajlarda değil; içe, yani zamansızlığa doğru yönelen, aşkın ve devinim eden anlayışlarla idrak edildiğinde gerçekten keşfedilebilir ve kaynağı olduğu yaratımı gözlemlenerek bu keşif genişletilebilir.
Yani eldeki bilgiyle, bilimle, açık bilgilerle sorgulayarak kazanılan idrakin, yükselen anlayışlarda giderek genişlemesini gaye edinen bir zihinsel yaklaşım; insanı sınırlayan ve sabit kılan inancın her daim üzerindedir. İnanma arzusu limitli ve egosantriktir, yani bilince aittir. Varlığın, ötesini görmesini ve sorgulamasını engelleyen, bilinçdışı ile bağlantı kurup idrakini artırmasını sınırlandıran limitli bir yaklaşım biçimidir. Çünkü sınırlar içerisinde kalmak, yaşama dair bilinç düzeyinden yaklaşımlar geliştirmeyi gerektirir, yani egosantrik ve mekanik biçimlerin belirdiği, insanın huzur, güven ve konfor arayışına hizmet eder. İnanç, hiçbir zaman dağılmayı, konforun bozulmasını, sorgulamayı, böylelikle enerji harcanmasını istemez.
İnanmayı tercih etmek şartlanmanın kabulüdür. Bu durum elbette konfor ve güvenli sınırlar getirir. Ama hakiki gelişim düşe kalka, şüpheye düşerek ve sorgulayarak olur. Sorgu, adım adım korkuların üzerine gidilmesini sağlar ve yozlaşmış örüntüleri, varlığın iradesini onun yerine yönlendiren imgesel sınırlandırıcıları ortadan kaldırır. İnsan, cennetinin, inandığı haz dolu imajlarının ötesinde; idrakinin üzerine olduğunu anlayabilmelidir. İnsan ancak idrak ettikçe özüne, ruhuna yaklaşır. İnsan, inanmayı reddedip idrak ettikçe imajinasyonun veritesinden öteye, hakikatin yer aldığı zamansızlığa yaklaşabilir.
Bir şeyi kabul etmeye ya da etmemeye, bir şeye inanmaya ya da inanmamaya, böyle bir tercih yapmak zorunda olduğunu düşünmeye programlanmış 3. yoğunluk derecesi bilincine sahip olan bizler, zihinlerimize kök inanç olarak yerleşmiş bu seçimleri artık yapmak zorunda olmadığımızı kavramalıyız. Bir veri, anlayış halinde, zamanla kendi gerçekliğini açığa çıkarmadığı sürece onan inanmak ya da onu kabul etmek zorunda olmadığımızı fark etmeliyiz. Gerçek güven duygusunun ve hakiki sevginin, bir gün mutlaka dağılacak olan sınırlı imajlarda değil; devinim eden ve genişleyen idrakle birlikte geliştirilebileceğini fark edebilmeliyiz.
İnsan, herhangi bir şeyi idrak edebilecekken, bunun yerine anlayışını sabit kılacak ve onu bir yere götüremeyecek imajların etrafında tavaf etmemesi gerektiğini artık anlamalıdır. Evrende idraki kadar var olabileceğini, Yaratan'a ancak idraki kadar yakın olabileceğini, ve yine Yaratan'a idraki kadar hizmet edebileceğini anlamalıdır. Ruhunun parlak ışığının madde illüzyonuna doğru ışıyabilmesi için inancının ötesine idrakiyle geçmesi gerektiğini, vicdanını ancak bu yolla geliştirebileceğini insan artık anlamalıdır.
Burak Cömertler
Yorumlar
Yorum Gönder