Ana içeriğe atla

ESİR

İnsan, kendisini sevmeyi, hazlarının esiri olmakla ve kendisine acımakla karıştırıyor. İnsanın, yüksek işler yapabileceği, farkında bile olmadığı çok fazla enerjisi var, ama o kendisine hiç dikkat etmiyor. Enerjisini, bağımlılıklarına ya da idrakine varamadığı döngülerine akıtmayı çok seviyor. Odağı sürekli gasp ediliyor. İlgisini dağıtan bir yığın tesir ve düşünceyle dolu zihni. Bu şartlanmışlık hali onu oyalıyor, tüketiyor ve içsel bağlantısını zayıflatıyor. O, bunun farkında değil. Enerjisi tükenince iradesi de zayıflamaya başlıyor. Hep aynı yere çıkan, alınacak bir verinin ya da edinilecek bir kazanımın olmadığı, tekrar eden kısır döngülerinin esiri oluyor. Ne yöne ne için gittiğini bilmeden, anlamsızca koşan atlara benziyor. Tükeniyor. O, enerjisini yönlendirdiği, tesir aldığı ve tesir verdiği noktaların idrakinde değil. 

Uyandığını sanıyor ama yanılıyor. Hep bir başkasından yardım istemeye çok alışmış, bu durumun kendisini nasıl zayıf bıraktığını anlayamıyor. Koltuk değnekleriyle yürümeyi koşmaya tercih ediyor. Kurtarıcı arıyor, yol, öğreti izliyor. Bir tek kendi içindeki, hiçbir yolun götüremeyeceği, zamansızlık noktasındaki ışığına ve bilgeliğine bakmak aklına gelmiyor. İçi ile dışı arasındaki fark çok büyük. Vicdanı bir türlü eyleme dönüşmüyor.

İnsan, kendi realitesini kendisi yaratıyor ama ilerleyebilmek için o realitenin de üstüne çıkması gerektiğini unutuyor. Hatta saplanıp kaldığı yerler için başkalarını suçluyor. Şeytanlarının farkında değil. Odağını çalan, enerjisini tüketen ve özgür iradesini gasp eden unsurların idrakinde değil. O, şimdi ve burada, ayakları toprakta, başı gökte olamıyor. Sessizlikle olan bağlarını kaybetti. O, deneyime daldı. Yaşadıklarının ne manaya geldiğini özümseyip yuvasına dönmesi gerekiyordu, ama maddenin esiri oldu. Feveran eden, acı duyan, inat eden, körü körüne inanan ayrık bilincini kendisi sandı.

O, kendisine dikkat ettiğinde ve odaklandığında önce kendisini sevecek, parçalarını iyileştirecek ve yaralarını onaracak. Sonra dağıttığı ilgisini, enerjisini ve gücünü de toparlayarak kendisinden ayrı olmayan bütünü sevmeye başlayacak. İşte o zaman, birlik ile bir bütün olabilmek için önce hiç olması gerektiğini, kendisini feda etmesi gerektiğini anlayacak.

Burak Cömertler


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AKSİYON

Harekete geçmediğiniz sürece sevgi aksiyonları da alamazsınız. Dışarı doğru genişleyen yaratımınız olan duygularınız, ancak onları deneyimleme cesareti gösterdiğiniz takdirde sevgi eylemlerine dönüşebilir. Korkunun, ruhunuzun derinliklerinden akseden ilahi ışığın eylemlerinize yansımasını engelleyen bir yanılsama olduğunu unutmayınız. Küçücük bir eylemin, basit bir sözün bile kolektifte nasıl geniş yankılar uyandıracağını tahmin bile edemezsiniz. Şimdi ataleti ortadan kaldırmanın, sarsılmaz birliğin bir parçası olduğunuzu anımsamanın ve bunu sergilemenin zamanı. Etkili bir sevgi eyleminin karşısında ne zorbalık ne de cehalet ayakta kalabilir. Yaratılış gayenizi hatırlayınız, o zaman hiçbir şeyden, hiçbir koşulda korkmamanız gerektiğini anımsayacaksınız. Burak Cömertler

SENİN ESERİN

Sürekli mutlu olunması gerektiğini kim söyledi? Acı çekmenin, hasta olmanın gereksiz olduğunu, göğün her zaman açık olması gerektiğini kim söyledi? Kim söyledi dünyanın adaletli bir yer olması gerektiğini, buna dair kök inanç nasıl oluştu? Kim söyledi savaşların olmaması gerektiğini, ölümün kötü olduğunu? Dünya kendi etrafında dönüyor, insan da onun üzerinde etiyle, kemiğiyle ve düşüncesiyle dönüyor. Döngüleri kısır ve sevgisiz. Dışında olan, ona acı veren her şeyin kendi sevgisizliğinin eseri ve yansıması olduğunu anlayamıyor. Sorgulamıyor, yalnızca inanıyor. Hayır, o sadece rahat etmek istiyor, hem de hiç çaba harcamadan. Hiç sorumluluk almadan kalıplara sığmaya, kimlikler ardına gizlenmeye devam ediyor. En büyük marifeti de bir suçlu bulup onu dışarıda araması. Bu düzeni kendi eliyle kurdu. Dışında oyalandı, içine bakmayı unuttu, kurduğunun esiri oldu. Güç ve haz onun gözlerini kör etti. Her yeri acıyla kaplı halbuki. Etini çizsen kanayacak. Dışardan yardım beklemekten, kurtarıcı yo...

RUHSAL UYANIŞ

 Ruhsal uyanış, uyanmayı istemekle ya da uyanmalıyım demekle gerçekleşmez. Uyanış bir hedef değil, doğal bir sonuçtur. Kök çakradan giren evrensel kozmik enerjilerin, ilk üç enerji alanında içsel enerjilerle kesişerek meydana getirdiği deneyimler ve bunların sonuçlarının özümsenmesinin ardından, varlık bu kesişimi yeşil, mavi ve çivit renklerine karşılık gelen üst enerji alanlarında gerçekleştirmeyi talep eder hale gelir. Uyanış budur. Bu idrak aşamasına gelebilmek için kırmızı, turuncu ve sarı enerji alanlarına karşılık gelen hayatta kalma, kimlik oluşturma ve toplumsal ilişkiler ile ilgili deneyimlerin gözden geçirilmesi, idraki ve kabulü gerekir. Bu sayede geçmiş benlikler bağışlanır ve enerji alanlarını temizleyerek dengeye gelen varlık kendisini sever hale gelir. Karma denilen titreşimsel düzensizlikleri gidermenin tek yolu sevmekten ve bağışlamaktan geçer. Uyanış, deneyimler ve bu deneyimlerin açığa çıkan tesirlerinden bilinçli bir farkındalıkla arınabilmenin sonucunda kendil...