30 Ağustos 2024 Cuma

BİR ANLAMI VAR

Kaderin belli olması ne yaşanacağının belli olması demek değildir. Yaşam maketi sadece belirli şartlar içinde hangi istasyonlardan geçileceği ile ilgilidir. Bu istasyonlar varlığın evrim ihtiyacına göre titizlikle dizayn edilir. "Yaşamak" kavramının, düz bir çizgide daima bir yerden bir yere varmak olduğu sanılırsa, doğal olarak çelişki gibi görünen " Eğer kaderim belliyse yaşamanın ne anlamı var?" sorusu akla gelir. Oysa yaşam, karakteri önceden belirlenmiş bir güzergahta, ulaşılacak bir noktaya doğru değil; içinde bulunulan anın sınırsızlığında akar. Yani yaşamanın temel tanımı, bir şeyi başarmakta, bir yere varmakta ya da bir şeye dönüşmekte değildir ki, kaderin belli olmuş olması ne yaşanacağının belli olduğu anlamına gelsin. Böyle düşünülmesine sebep, bizleri zamana bağımlı kılan egodur. Yaşam, içinde bulunulan şu anda akar ve o anda ne yaşanacağını, özgür irade sahibi olan varlığın kendisinden başka hiç kimse bilemez ve belirleyemez.

Anın farkındalığı da bu idrak ile birlikte belirebilir. Geçmiş, içinde bulunulan anda dönüştürülebilir ve gelecek ancak içinde bulunulan anda dizayn edilebilir. Çünkü yaşam, gerçek anlamda sadece anda akar. Zaman düzleminde tezahür edenler yani egolar, realiteler, duygular ve bunlarla birlikte açığa çıkan amaçlar, beklentiler, gayeler vs. ise daima limitlidir ve illüzyondur. Dolayısıyla yaşamak ile belirli kader güzergahından geçmek tamamen farklı olgulardır. Biri anda akarken diğeri zamana bağlı illüzyonda tezahür eder. Bu ayrımı zaman ve zamansızlık noktasından algılayabilmek, yaşam ve kader kavramlarının zamanın neresinde, nasıl konumlandıklarını, hangisinin anın sınırsızlığında aktığını, hangisinin zamanın yanılsamasında biçimlendiğini anlayabilmek için bizlere kolaylık sağlar.

Burak Cömertler

28 Ağustos 2024 Çarşamba

NEGATİF EĞİLİM

Pozitif eğilimli varlık içindeki tanrısallığı keşfeder, negatif eğilimli varlık kendisini tanrılaştırır. 

Pozitife yönelen geçirgendir, o bir şey vermez; onun aracılığıyla bir şey aktarılır. Diğer tüm benlikler ona kendisini yansıtan bir aynadır. Dışa bakan gözlerini içe çevirdiğinde keşfettiği, ondan ayrı olmayan sonsuzluktur. Sorumluluğunu idrak ederek özgür iradesine sahip çıkmak ve ayrılıkları sevgiyle gidermek onun gayesidir. Severse varoluşla bir bütün olur, kendini idrak edip egosundan arınırsa hiç olur.

Negatife yönelen kontrol eder ve yönetir. O, seçkin bir sınıf oluşturur ve etrafını maddeyle çevreleyerek kendisini el üstünde yaşatır. Başkalarının odağını ve ilgisini ne kadar çok üstüne çekebilirse o kadar başarılı olur. Diğerlerinin özgür iradelerini, onların algılarını etki altına alarak gasp eder. Çatışma ortamı ve kitlesel manipülasyon mekanizmaları negatife yönelen için biçilmiş kaftandır. Güç için yaşar. Şatafat içinde sağlıklı yaşamlar sürer.

Sosyal medya sizin enerjinizi sömüren, yani dikkatinizi siz makul bir hakimiyet kuramadıkça tekrarlayan yapay örüntülerin içerisine hapseden negatif bir kitle yönetim aracıdır. Genel kullanımda güç elde etmek ve varlıkları haz döngülerine esir etmek amacında olan sosyal medya figürleri bu araçları iyi kullanırlar. Birbirinin tekrarı olan ve birbirinden farklı olmayan imgesel içeriklerler varlık enerjisini zaman düzlemine hapseder. Pozitif varlıkların kendi döngülerine odaklanmak için kullanacağı enerjisini sömürür ve onları fark ettirmeden usulca köleleştirir. 

Odağınızı kaybettiğinizde sevgiyle bakma yeteneğinizi de kaybedersiniz. Negatif eğilimli varlık bu fırsatı iyi değerlendirir.

Siyasetçiler ve birbirleriyle bağlantılı olan dinciler, içini boşaltıp diledikleri gibi biçimlendirdikleri dinsel mekanizmaları kitleleri kontrol etmek için iyi kullanırlar. Aklını kullanmayanlar, onların söylediklerini papağan gibi sorgulamadan tekrarlayıp, tanrılaştırdıkları varlıkları kutsamak için canlarıyla mücadele ederler. Onların iradeleri ve akılları işlevsiz hale getirilmiştir. Onlar, Yaratan'ın bahşettiği en kıymetli unsur olan düşünme yeteneklerini sahiplerinin ellerine teslim etmişlerdir. Bu alanlarda çalışan negatif varlıklarda gerçek anlamda sevgi ve birlik anlayışı yoktur ve iradelerini gasp ettikleri varlıkların, doğru yolda olduklarını düşünmelerini sağlayarak, onları korku, çatışma, kahramanlık ve muhtaçlık ile yörüngelerinde tutarlar. 

Sokak röportajlarında şartlanmış bir zihinle, gerçeği göremeyecek kadar gözünü kör ederek bir parti sempatizanına dönüşen varlıkları anımsayınız. Aracılar koyup, şeyhinin ağzına bakan ve onları tekrarlayan varlıkları anımsayınız. Bir fenomenin ya da şarkıcının peşinden göz yaşları içinde koşanları anımsayınız. Üsten bakarak, gücüne güvenen ve sizi aşağılayarak emirler yağdıran patronunuzu anımsayınız. 

Bu negatif unsurları idrak etmek ve çok değerli varlık enerjinizi sömürerek, sizi korku frekansında, maddenin hakimiyetinde tutacak her ne varsa, bunları tespit ederek ortadan kaldırmak sizin sorumluluğunuzdur.

Burak Cömertler


27 Ağustos 2024 Salı

İNANCIN ÖTESİ

Sonsuz Yaratan'ı, kaynak olduğu yaratımını gözlemleyip adım adım keşfederek idrak etmek, O'na dair duyumsanan inanç ve inanca dayalı imandan üstündür. Düşünen insan fark edebilir ki, inancın olduğu yerde imgesel bir sınırlama, idrake dayanmayan dogmatik bir kabul ve varlığı konfor alanında tutan güven duygusu aktiftir. Yaratan'ın, sınırlı imgelerin ötesinde, anın genişleyen farkındalığında aranması, akılla biçimlendirilmemiş kabullere dikkatle odaklanılması ve güven duygusunun sadece bir yanılsama olduğunun anlaşılması; kaynağı olduğu yaratımını idrak etmenin ön koşuludur. Gerisi sadece, giderek yükselen anlayışlarda varoluşu bir üst seviyeden sevmek ve varlığın ancak kendi derinlerinde bulabileceği birlik anlayışını geliştirerek ayrılıkları gidermektir.

Bunu şu yüzden belirtme ihtiyacı duyuyorum ki, idrak ile keşfedilebilen sevgiye, ancak sorgulama ile ve sınırların ötesine geçme iradesi gösterildiğinde erişilebilir. Varlığın devre sonunda hasat edilebilir hale gelebilmesi; inançlarını, geleneklerini, şartlanmalarını...zihnini kuşatan her düşünsel unsuru etraflıca gözlemleyebilmesine bağlıdır. Bu gözlem ayrılıkları giderir, korkulardan arındırır, hakikate eriştirir ve varlığın sevme kapasitesini artırır. 3. yoğunluk derecesi bilinci ile 4. yoğunluk derecesi bilinci arasındaki fark budur. Dünya okulundan mezun olabilmek bu bilinç sıçramasını yapabilmek ile ilgilidir. Sevme ve bağışlayabilme kapasitesinin artırabilmesi ile ilgilidir. Varlık bu oranda madde illüzyonuna, yani zamana hakim olabilir.

Burak Cömertler

21 Ağustos 2024 Çarşamba

ÖZGÜR

Kaygıyla yaşıyor, korkuyla geri çekiliyor, idrak edeceğiniz yerde inanmayı tercih ediyor ve zararlı olmasına rağmen haz almaya devam ederek hayır demeyi beceremiyorsanız, kesinlikle özgür değilsinizdir. Bu limitli yaklaşım biçimlerinde enerjiniz zaman düzlemindedir, dolayısıyla aksiyonlarınız da sınırlı ve egosantriktir. His, duygu ve düşüncelerinize direkt ve saf bir biçimde odaklanmadığınız sürece onlardan özgürleşmenizin imkanı yoktur. Birisi gelip bunu sizin yerinize de yapamaz. Aklın sınırlandırıcılarını ortadan kaldırarak ve irade göstererek bunu siz elde edersiniz ve kendiniz için yaparsınız. Madde ile olan bağlarını gözden geçirerek, onlardan farkındalıkla özgürleşebilen bir varlığın gerçek anlamda sevgi dolu ve bu oranda özgür olduğunu anımsamak gerekir.

Limitli maddi sahalarda, realiteler düzeyinde tezahür eden yaratımınız, deneyim süreçleri geçirip gözlemleyesiniz diye açığa çıkar, onun himayesine giresiniz diye değil. Kendi yaratımınızın himayesine girmek demek, realitelerinize saplanarak, duygu ve düşüncelerinizin himayesine girmeniz demektir. Madde üzerinizde bu şekilde kontrol sağlar. Döngüler halinde sizi sürükler. Ta ki siz odaklanıp oradaki manayı anlayana ve tesirlerini içselleştirene kadar. Odaklanmak sevemeye eş değerdir. O zaman derinlerinde yatan sevgiyi açığa çıkarırsınız. Hakiki özgürlüğe de bu anda ulaşabilirsiniz.

Burak Cömertler

20 Ağustos 2024 Salı

SİSTEMATİK

Akıl, beden, ruh bütünlüğünün üzerinde sistemli ve idrakli bir hakimiyet kurabilmenin yolu, zihnin bileşenlerini ve bunların temel işlevlerini tanımaktan geçer. Zihin, imajinasyon yoluyla meydana getirilen duygu, düşünce ve bunlara bağlı gelişen dogma, inanç ve şartlanma kalıplarını, zaman düzlemi boyunca ego ile taşır. Zaman her daim sınırlıdır, benliğin benlikten ayrışmasıyla zamanda tezahür eden ego ise mekaniktir ve ayrışma yaratır. Deneyim için zamana yönlendirilen ve bu yolla limitli yaşam tezahürlerini açığa çıkaran varlık enerjisinin, odaklanılarak bir noktada toparlanması ve öze yaklaştırılması ise, deneyimlenenin gözlemlenerek bütün halde saf bir biçimde algılanmasını sağlar. Sevgi, egonun ortadan kalktığı bu saf gözlem anında, elde edilen idrak ve anlayışla belirebilir. Vicdan denilen ruhsal kudret yine bu anda varlık bileşimi üzerinde üst bir seviyeden hakimiyet sağlamış olur.

- Benliğin benlikten ayrışması demek, yüksek benliğin yani özün, varlık enerjisini bir boyut düzlemine doğru ışıtarak yönlendirmesi; tek, sınırsız ve boyutsuz olan Yaratan'ın enerjisinin zaman ve mekan dahilinde bu yolla, titreşimsel maddi sahalarda limitli egoları ve yaşamsal realiteleri meydana getirmesi demektir. Bu aynı zamanda varlığın yaratımıdır.

- Hakim olunmamış duygu ve düşüncenin aksiyonlarını yönlendirdiği varlık, egonun etkisinde hareketlerini biçimlendiriyor demektir. Bu, varlığın şartlanmasıdır ve aynı zamanda maddenin varlık üzerindeki hakimiyetidir.

- Varlığın enerjisi iki noktada yoğunlaşabilir. Ya zaman düzlemine yayılmıştır, sınırlı madde ortamında sınırlı egodan ötürü duygu, düşünce, inanca bağlı korku, mutluluk, haz, endişe, kaygı, suçluluk gibi imgesel zaman örüntülerine can veriyordur. Ya da andadır yani merkezde sıfır noktasındadır ve deneyimler ile birlikte can verdiği bu örüntüleri gözlemleyerek oradaki verileri içselleştiriyordur. Duygu ve düşüncenin yönlendirici tesirleri, onların himayesine girmek yerine içselleştirildiği vakit varlık maddenin üzerinde hakimiyet sağlamış demektir. Bu da teknik olarak geçmiş ve geleceğin yani egonun üzerindeki varlık hakimiyetini anlatır. Varlığın sevgi ile yaklaşma kapasitesi burada sağlayabildiği idrakli hakimiyet kadardır.

- Tüm evren gibi zihin bileşimlerimiz de matematiksel bir kurguya dayanır. Total enerji zamana yayılırsa limitlenir, dualite denilen olgu açığa çıkar ve separe olmuş varlık bileşenleri fraktallar halinde tezahür eder. Bunlar imgeseldir ve egonun ve realitelerin temel bileşenlerini oluşturan düşünsel unsurlardır. Bu bileşenler birlikte madde illüzyonunu açığa çıkarır. Seperasyon illüzyondur. Bu enerji zamana yayılmazsa ve irade ile özde, yaşanılanları anlamlandırmak için kullanılırsa kaynağa yaklaşılır. Sınırların, şekillerin ve formların olmadığı, hiçliğin her şeyle birlik oluşturduğu bütünsellik hali deneyimlenir. Sevgi bu anda belirir. Tüm mesele varlık enerjisinin yönlendirilmesi ve zamanın hangi noktasında neyi meydana getirdiği, zamansızlık anında nasıl bir gözlem ve idrake sebebiyet verdiğini anlamakla ilgilidir.

Burak Cömertler

17 Ağustos 2024 Cumartesi

KONTROL

Kontrolün olduğu yerde korku, idrakli hakimiyetin olduğu yerde ise sevgi vardır. Psikolojik manada, kontrol edilerek baskılanan her düşünsel unsur, üzerinde henüz yeterince odaklanılmamış ve sağlıklı bir düzeyden gözlemlenerek gereğince içselleştirilmemiştir. Bu yaklaşım, titreşimsel düzensizlik yani karma meydana getirir. Gölge yanların potansiyel verdiği ve tekrarlayan döngüler halinde karşımıza çıkan tüm yaşam örüntülerini tespit ederek; onlardan kaçıp kurtulmak, onları baskılamak, derinlere itmek veya ötelemek yerine onlarla yüzleşmeyi istemek gerekir. Bu noktada idrak kazanılır, sevgi açığa çıkar, dolayısıyla limitli egonun hakimiyeti son bulur ve ayrışma biter. Şefkat ve bağışlama, idrakli hakimiyetten doğan bu anlayışla belirir.

Kontrol etmekle üzerinde belirli bir anlayışa dayalı hakimiyet kurmak farklı yaklaşımlardır. İdrak belirdiğinde hakimiyet sağlanır ve özgür irade tam anlamıyla devreye girer. Özgür irade ile aksiyon almak varlığın yaratımının bütünüyle kendisine ait olmasını sağlar. Hakiki özgürlüğe, kontrolün sonlandığı, idrakli hakimiyetin kazanıldığı bu noktada erişilir.

Burak Cömertler


                                                                                                    

14 Ağustos 2024 Çarşamba

BİLGİNİN SORUMLULUĞU

 Bilgi size mutluluk ya da endişe değil sorumluluk getirmelidir. Bu sorumluluk onu işleyip yaşam aksiyonlarına dahil etmenizi gerektirir. Geçmiş örüntüsü ve enerjetik tesir kaynağı olan bilgi, düşünce ve sorgu süreçlerine dahil edilerek kazanılan bir farkındalıktan ötürü kullanılmadığı sürece, varlık bilgiye değil, bilgi o varlığa sahip olmuş olur. Bu şartlanmadır ve zamanın yani maddenin varlık üzerindeki hakimiyetidir. İçsel keşif ve sorgu süreçleri dahilinde bilginin kullanılması, varlığın orijinal ve yüksek karakterli tepki biçimleri ortaya koyabilmesine olanak sağlar. İçselleştirilmemiş bilgi ile hareket etmek egonun hakimiyetidir, bilginin özümsenmesi sonucu elde edilen farkındalıkla hareket etmek ise özden gelen sevgi eylemlerini açığa çıkarır. Gerçeğe ve hakikate bu anda ulaşılır, idrak yalnızca bu anlayış halinde belirebilir.

İçselleştirilmiş bilgi ve bundan ötürü elde edilen anlayışla aksiyon almak varlığın yaratımının kendisine ait ve özgün olmasını sağlar. Bu yolla zihin saflaşır, dogmaların varlık üzerindeki hakimiyeti azalır ve ancak zeka yoluyla belirebilen vicdan belirginleşebilir.

Burak Cömertler

11 Ağustos 2024 Pazar

İNANÇ VE İDRAK


-İlk aşamada, inancın, her türlü inanışın, limitli ve egosantrik bir zihinsel yaklaşım biçimi olduğunu vurgulamakta fayda var. Şöyle ki; inanç mekanizmasını biraz açmaya çalışırsak eğer;

- Önce zihinde katı bir imge belirir. Varlık, enerjisini bu imgeye sorgulamadan yoğunlaştırır ve ardından yoğunlaştırdığı enerjisini imge üzerinde sürekli ve sabit kılarak kendisine bir konfor alanı yaratır. Bunun adı inançtır. Varlık bu şekilde, inandığı, dokunulmazlık ve kutsiyet atadığı değere sahip çıkar, ötesini görmek istemez, onu bırakmak istemez, onun için savaşıp kan bile dökebilir. Bu aşamada sabit, durağan ve sorgulama yetisi henüz yeterince gelişmemiş bir zihnin yaklaşımını gözlemlemekteyiz.

- Fark ettiğiniz üzere burada bir imgenin yani yaratım sonucu meydana gelen limitli mekanik bir örüntünün, varlık zihni üzerindeki hakimiyeti söz konusudur. Bir nevi maddenin varlık üzerindeki hakimiyeti de diyebiliriz bu duruma. İnancın yönlendirdiği insan, henüz sorgu ve idrak düzeyine erişilmediği için, tıpkı duygu ve düşüncenin yönlendirdiği insan gibi şartlanmış bir zihne sahip demektir. Yani varlık, aklını ve vicdanını kullanarak, kendi zihni üzerinde henüz yeterli hakimiyeti sağlayamadığı bir düzeydedir.

- Tam da bu aşamada, üçüncü yoğunluk derecesine ait, korkuya, baskıya ve otomatizmaya yani yönlendirilmeye adapte olmuş varlık zihni, sorgulama kabiliyetini kullanarak sevgi ve idrak aşamasını temsil eden dördüncü yoğunluk düzeyine doğru yükselmeye başlar. Yani, inancın sonlandığı yerde sorgu ile idrak belirir, idrakin olduğu yerde de sevgi açığa çıkmaya başlar. Demek oluyor ki sevgi de; anlayış, anlamlandırma ve idrakle yani zekayla belirebilen bir olgudur. 3. ve 4. yoğunluk bilinç düzeyleri arasındaki fark budur. Zaten varlığın hasat edilebilmesi, yani dünya okulundan mezun olabilmesi, bu idraki kazanarak kendisini eriştirebildiği sevgi ve ışık düzeyine bağlıdır.

- Dinler, içerdikleri dogmatik anlayışlar, gelenekler, kalıplar, sınırlar yani sorgulanmamış ve varlık iradesini onun yerine yöneten her unsur, her realite, idrak aşamasında teker teker irdelenmeye başlanır. Çünkü zihinsel evrim ancak, varlığın kendi sorumluluğunu, yine kendi aklı ve vicdanıyla, bir noktada idrak etmesi ve bu sorumluluğu üstlenmesiyle mümkün olabilir.

- Bu durum şuna benzer. Önünüzde bir kapı var ve orada bekliyorsunuz. Kapıyı açıp ardında olanı gözlemleyip algılamanız ve ilerlemeniz  gerekiyor aslında. Ama siz irade göstererek ve güç getirerek anahtarı kilide yerleştirip kapıyı açmak yerine, arkasında olduğunu sandığınız şeyi hayal edip zihninizde sabitliyor ve onun gerçekte ne olduğuyla yüzleşmekten kaçıyorsunuz. İlerlemeyip orada beklemeye ve konfor alanınıza  tutunup, yerinizde saymaya devam ediyorsunuz. Bunun gibi bir şey.

- Dolayısıyla inanç zihni şartlandıran ve ötesini algılamaktan alıkoyan bir puttan başka bir şey değildir. Sezgilerinizi, ulaşabildiğiniz en yüksek varlıksal bilgilerle, özgürce düşünerek temellendirmediğiniz sürece, ayrılık yaratacak ve zihninizi sınırlandıracak geri bir yaklaşım biçimidir. Zaman düzlemine varlık tarafından yerleştirilen bir imgeye, yine varlık tarafından, imgenin kendisini yönetmesine izin vermekle eş değer bir durumdur inanç. 

-Zaman düzlemine fraktallar halinde yerleştirilen her türlü unsur limitli egoya ait, bir yandan da öze ait olmayan mekanik karakterdedir. İnanç böyledir, düşünce böyledir, duygu böyledir. Tüm bunların yönetimindeki varlık, çatışma ve ayrışma duyumsar. Ne zamana kadar? Ta ki varlık kendi sorumluluğunu üstlenerek enerjisini toparlar ve özden, sevgi dolu ve bu mekanikliği bozacak yüksek karakterli, birleştirici ve bütünleştirici tepkiler geliştirebilir hale gelir, o zamana kadar... İşte bu, vicdanın yani ruhsal kudretin, sonsuzluğun ve anın hakimiyetidir. Kaynak, bu sonsuzluk algılandığı için kaynaktır.

- İnanılan tanrı, referans noktasını her zaman bir sabit bir imgeye dayandırır. İmgelenen tanrı ise, kesinlikle şekil, form ve kalıplardan münezzeh olan Sonsuz ve Mutlak Yaratan'a isnat edilemez. Sonsuz Yaratan, madde illüzyonundaki dağılacak bir imgede aranamaz; O, süregelen ve genişleyen anın farkındalığında aranır. Bu yüzden inançta ve inanca dayalı imanda sevgi yoktur, sadece sanı vardır. Her ikisi de, madde illüzyonuna ait bir tanrı imgesinin şartlandırdığı yani hakim olunmamış düşüncenin yönlendirdiği ve kontrol altında tuttuğu zihin yapısına hitap eder. İllüzyona ait imge ise ancak gözlemlenip algılanmaya başlanınca yerini sevgiye bırakabilir. 

-Üçüncü boyut insanının zihni dördüncü boyuta bu şekilde evrilir. Korkunun bittiği yerde sevgi ve idrak bu şekilde belirmeye başlar. Dolayısıyla hepimizin hayat boyu inanarak ve otomatik bir biçimde tekrar ederek söylediği besmelenin anlamı; korkmaktan, endişe duymaktan, yani maddenin hakimiyetine girmekten kaçınıp; Sonsuz Yaratan'a, yani pozitif yöndeki akla ve vicdana, birleştirici sevgiye doğru yönelmek demekten başka bir şey değildir. 

- Mesela Tanrı'ya, Allah'a ya da Yaratan'a neden inanıyorsunuz? O'nun neyine inanıyorsunuz varlığına mı, kudretine mi, yaratımsal gücüne mi? Yoksa sizi cezalandırıp, göklerden bakarak yargı dağıtacağına mı? Neyine inanıyorsunuz? Neden inanmak zorunda olduğunuzu düşünüyorsunuz? 

- Eminim, bir çoklarımız için bunları aklımızın ucundan geçirmek bile türlü sıkıntılar ve kaygılar veriyordur. Ama artık ötesine geçme zamanı gerçekten gelmiştir. Bu inanç şartlanması geçmişten bugüne, özellikle dinlerle gelen, otomatizmaya dayalı kısır uygulamalara dayanır. Yaratan'a inanmanızın artık hiçbir faydası yoktur, bu inanç sizi cennete de götüremez, çünkü cennet bir mekan değil; vicdanın ve idrakin gelişmişliği oranında elde edilen bir şuur uyanıklığıdır. Artık O'nu, yükselen anlayışlarda idrak etmenin bir faydası vardır. Artık Yaratan'ın inanılacak değil, varoluş ve yaratım süreçleri gözlemlenerek, yaratımın ne olduğu sorgulanarak idrak edilebilecek, içimizdeki sınırsızlıkta giderek yükselen seviyelerde keşfedilebilecek bir varlık olduğunu anlamamız gereken bir dönemdeyiz.

- Basit bir örnek verelim bununla ilgili. Karşınızda bir dağ belirdi, çok uzaklarda. Bu dağa inanır mısınız? Neden dağa inanma ihtiyacı duyasınız ki? Gider o dağı incelersiniz, yüksekliğini, dokusunu, üzerindeki bitki ve hayvan türlerini gözlemlersiniz, dehlizlerine girer, onu araştırır yapısını araştırırsınız, kısacası onu tanımak ve idrak etmek için sorgu ve düşünce mekanizmanızı çalıştırırsınız. Dağa inanmaya ihtiyacınız yoktur. O tezahür ettiği haliyle bütün olarak zaten ordadır. Aynı şey Yaratan için de geçerlidir. Tüm varoluşu gözlemleyerek, O kaynaktan ötürü tezahür eden yaratımını inceleyebilir ve adım adım bilginizi artırabilirsiniz.

-Eğer bir Tanrı varsa, O'nu, yaratımını algılayabildiğiniz kadar bilebilirsiniz. Bu yüzden Tanrı'yı ya da Yaratan'ı tanımak, varlıkları aracılığıyla meydana getirdiği yaratımını anlamakla ve algılamakla mümkündür. Dolayısıyla idrakin artması, varlığın  kendisiyle birlikte deneyimleyen Tanrı'yı tanımasının da yegane anahtarıdır. Bu, varlık için içsel bir keşif ve kendini gerçekleştirme sürecidir. O'nu hala korku dolu, baskıcı, cezalandıran, yargılayıcı ve kısıtlı dar anlayışlarda aramak; İbrahim'in kırdığı putlara tapınmaya eş değerdir. Üst realiteye geçiş, varlığın sorgulamasıyla, saf ve şartsız düşünce modelini içselleştirebilmesi ile mümkün olabilir. En yüksek dinin, aklınız ve sezgilerinizle eriştiğiniz en yüksek, en sevgi dolu anlayışta olduğunu ve buna ancak inancın ötesinde, idrak ederek sahip olabileceğinizi algılamanız gerekir.

- Velhasıl, hata yapmaktan korkmadan, kendinizi kısıtlamayarak, hür vicdanınızla, herhangi bir durum, realite ya da inanç kalıbının üzerine, neden ve sonuçlarını analiz ederek çıkabildiğinizde geliştireceğiniz idrak ve bu idrakten ötürü vereceğiniz öznel tepki sizi siz yapacaktır. Yaratan'ı inanç kalıplarında ya da birilerinin öğretilerinde aramak yerine, etki altında kalmamış düşüncenizde, ulaştığınız yüksek bilgelikte ve vicdanda arayabilirsiniz. Artık O'na inanmaya değil, O'nu idrak etmeye ihtiyacınız vardır. Fakat elbette, sınırlarınızı kaldırmak için önce o sınırları görmeyi istemeniz gerekir.

Burak Cömertler 








ANDA MI KALMALIYIM?

 "Anda kalmalıyım" diyerek ana gelinmeye çalışılması, yaşam döngülerine farkındalıkla odaklanılmadığı sürece, geçici bir rahatlama...