İman etmek, sabit ve sorgulanmamış bir inancı kutsayarak, idrak edilmemiş duygu yüklü sözleri, güvenli konfor alanında tekrar tekrar söyleyerek hislenmek değildir. İman etmek demek, irade göstererek içsel bağlantısını artıran varlığın, her daim kendisinin üst versiyonu olan yüksek benliğine, bilgiyi işleyerek ve sorgulayarak yaklaşması demektir. İnsanın tekamülü kendi öz kaynaklarından faydalanmasına bağlıdır. Bu, bir anlamda imanın kuvvetlenmesidir. İmanlı insan, bildiğinin ötesinde her daim daha yüksek bir bilginin ve anlayışın var olduğu bilinciyle hareket ederek, egosunu geçirgen hale getirebilen insandır. Bu insan yeri gelince sabreder, yeri gelince bağışlar ve karmasını düzenler, yeri gelince de cesaretle sevgi eylemlerinde bulunur ve ayrılıkları giderir. Esas önemli olan, yaptığı şey her ne olursa olsun mümkün olduğu kadar idrakli yapmaya çalışmasıdır. İmanlı insan kendisini kontrol etmez; kendisine bilinçli bir farkındalıkla hakim olur. O, vicdan kanalıyla elde ettiği tecrübele...
Bir şeyi gözlemlemek ayrıdır, açığa çıkan tesirlerini yakalamak ve sindirebilmek ayrıdır. Varlığın şuur faaliyetinin verimsizleşmesinin yegane sebebi, bir olayın açığa çıkan tesirlerini sindirmek yerine o olayın kaynağıyla ilgilenmesidir. İçsel bağlantının kurulamadığı durumda açığa çıkan bu kısır yaklaşım, varlık enerjisinin zaman düzleminde kalarak, tekrarlayan egosantrik döngülerde tükenmesine ve geçmişin, varlığın sırtında gittikçe ağırlaşan bir yük halini almasına sebep olur. Madde realiteleri, saplanılan bir amaç değil, yüksek bilinç aşamalarına ulaştıran birer araç olarak görülmelidirler. Deneyimi tüm yönleriyle algılayarak kabul etmek, alınacak olan veri alındıktan sonra da, ondan özgürleşerek yeni yüksek ufuklara yelken açmak, tekamül sürecinin verimli geçirilmesi adına elzemdir. Kapsayıcı bağışlama hali, tesirlerin idrak edilerek sindirildiği ve geçmişte kalması gerekenin yerine uygunca yerleştirildiği bu yaklaşım biçiminin ardından tezahür eder. Bilge insan, geçmişin yü...